| Hasan Basri Çantay Meali |
|
| 1: Taa, Sîn, Mîm. | |
| 2: Bunlar o hakikatleri açıklayan kitabın âyetleridir. | |
| 3: (Habîbim) Onlar mü'min olmayacaklar diye aadetâ kendine kıyacaksın! | |
| 4: Eğer dilersek biz onların tepesine gökden bir âyet indiriveririz de ona boyunları eğilekalır. | |
| 5: Kendilerine O çok esirgeyici (Allah) dan (vahy ile) yeni bir öğüd gelmeye dursun, ille bundan yüz çeviricidirler onlar. | |
| 6: Şimdi (kat'î suretde) tekzîb etdiler. (Fakat) istihza edegeldikleri (hakıykatların mühim) haberleri yakında onlara gelecekdir. | |
| 7: Yer (yüzün) e bir bakmadılar mı ki biz orada her güzel çiftden nice nebatlar bitirdik. | |
| 8: Şübhesiz ki bunlardan (Hakkın kemâl-i kudretine) elbet birer, nişane vardır. (Fakat) onların çoğu îman edici değildirler. | |
| 9: Şüphesiz ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. | |
| 10: (10-11) Hani Rabbin Musâya: «O zaalimler güruhuna, Fir'avnın kavmine git. Haalâ (fenâlıkdan) sakınmayacaklar mı onlar?» diye nida etmişdi. | |
| 12: O, dedi ki: «Rabbim, onların beni tekzîb edeceklerinden cidden korkarım». | |
| 13: «Benim de göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için Hâruuna (Cebrâili) gönder (ona da peygamberlik ver)». | |
| 14: «Hem onların benim aleyhimde bir suç (da'vaları) da var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkarım». | |
| 15: (Allah) dedi: «Hayır. İkiniz de âyetlerimizle gidin. Şübhesiz ki biz sizinle beraberiz, (her şey'i) işidiciyiz». | |
| 16: (16-17) «Haydi Fir'avna gidin de: — Biz, israil oğullarını beraberimizde yollayasın diye aalemlerin Rabbinin gönderdiği gerçek (iki) peygamberiz» deyin. | |
| 18: (Fir'avn) dedi ki: «Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk) ken içimizde büyütmedik mi? Sen ömründen bir hayli seneler bizim aramızda kalmadın mı»? | |
| 19: «O yapdığın fi'li de sen işledin. Sen nankörlerdensin». | |
| 20: (Muusâ) dedi: «Ben bunu o vakit bilmezlerden olarak yapdım». | |
| 21: «Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıb) kaçdım. Nihayet Rabbim bana bir hüküm verdi ve beni peygamberlerden yapdı». | |
| 22: «Bana karşı imtinân etdiğin (başıma kakdığın) o ni'met, Isrâîl oğullarını kendine kul (köle) edindiğin içindi». | |
| 23: Fir'avn dedi ki: «Aalemlerin Rabbi (dediğin) nedir»? | |
| 24: (Muusâ): «Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. Eğer hakıykatı yakıynen bilmiye ehil kimselerseniz (Onun birliğine îman edin)» dedi. | |
| 25: (Fir'avn) etrafında bulunan kimselere dedi ki: «İşitmiyor musunuz»? | |
| 26: (Muusâ sözüne devamla:) «(O) sizin de, evvelki atalarınızın da Rabbidir» dedi. | |
| 27: (Fir'avn) «Her halde size gönderilen (bu) peygamberiniz, dedi, mutlak delidir». | |
| 28: (Muusâ yine devamla) dedi ki: «(O) Meşrıkla mağribin ve ikisi arasında bulunan her şeylerin Rabbidir. Eğer aklınızı kullanırsanız (idrâk edersiniz)». | |
| 29: (Fir'avn): «Andolsun, dedi, eğer benden başka bir Tanrı edinirsen seni muhakkak ve muhakkak zindana girenlerden ederim». | |
| 30: (Muusâ) dedi ki: «Sana apaçık bir şey getirdimse de mi (zindana atacaksın)»? | |
| 31: (Fir'avn): «Doğru söyleyenlerdensen haydi getir onu» dedi. | |
| 32: Bunun üzerine (Muusâ) asaasını bırakıverdi. Birde (ne görsünler) o, apaçık bir ejderha! | |
| 33: Elini de çekib çıkardı. Bir de (ne görsünler) bu, temâşâ edenler için bembeyaz (ve nuur saçan bir el) dir. | |
| 34: (Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: «Hiç şübhesiz, dedi, bu mutlak çok bilen bir büyücüdür». | |
| 35: «Ki sizi büyüsiyle yerinizden (yurdunuzdan sürüb) çıkarmak diliyor. Şimdi (buna) ne buyurursunuz»? | |
| 36: «Bunu ve kardeşini, dediler, gecikdir (eğle), şehirlere toplayıcılar yolla da», | |
| 37: Çok bilen her büyücüyü sana getirsin (ler)». | |
| 38: Bu suretle muayyen bir günün belli bir vaktında bütün sihirbazlar bir araya getirildi. | |
| 39: Ve insanlara da: «Siz de toplamalar mısınız?» denildi. | |
| 40: «Umarız ki (bizimkiler) gaalib olurlarsa biz de (kendi) büyücüler (imiz) e uyarız». | |
| 41: Nihayet büyücüler gelince Fir'avna: «Muhakkak üstün gelirsek bize herhalde bir mükâfat var mı?» dediler. | |
| 42: (Fir'avn): «Evet, dedi, hem o takdîrde siz elbet ve elbet (benim) en yakınlar (ım) dan (olacak) sınız». | |
| 43: Muusâ onlara: «Ne atacaksınız (evvelâ) siz atın» dedi. | |
| 44: Onlar da ipleri ve sopalarını atıb «Fir'avnın izzeti hakkı için gaalib olanlar elbet biziz biz!» dediler. | |
| 45: Bunun üzerine Muusâ da asaasını bırakıverdi. Bir de (ne görsünler) o, (büyücüler) in düzer olduklarını yutuyor! | |
| 46: Büyücüler derhal secde ediciler olarak (yere) kapandı (lar). | |
| 47: (47-48) «Aalemlerin Rabbine, Muusâ ile Hâruunun Rabbine îman etdik dediler. | |
| 49: (Fir'avn) dedi ki: «Ben size izin vermeden siz ona îman etdiniz ha! Hakıykat size büyüyü öğreten büyüğünüzmüş o! O halde yakında bileceksiniz. Herhalde sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesdireceğim, sizin topunuzu behemehal çarmıha gerdireceğim»! | |
| 50: Dediler: «(Bunda) bize hiçbir zarar yok. Biz şübhesiz ki Rabbimize dönücüleriz». | |
| 51: «Herhalde biz îman edenlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin bizim günâhlarımızı yarlığayacağını umarız». | |
| 52: Muusâya: «Kullarımı gece yola çıkar. Çünkü ta'kîb edileceksiniz» diye vahyetdik. | |
| 53: Fir'avn da şehirlere toplayıcılar gönderdi. | |
| 54: «Şübhesiz ki bunlar (Isrâîl oğulları) azar azar birer cemâatdir». | |
| 55: «(Böyle iken) onlar mutlakaa bizi darıltıcıdırlar». | |
| 56: «Biz ise elbet uyanık bir cemâatiz». | |
| 57: (57-58) Bu suretle onları bostanlardan, akar sulardan, hazînelerden ve şerefli makam (lar) dan çıkardık. | |
| 59: İşte (çıkarışımız) böyle oldu ve onlara İsrâîl oğullarını mîrascı kıldık. | |
| 60: Derken (Fir'avncular) güneş doğarken onların arkalarına düşdüler. | |
| 61: Vaktaki artık iki ordu birbirini görmüşdü. Muusânın ashaabı dedi ki: «Muhakkak erişilib yakalandık». | |
| 62: (Muusâ) «Hayır, dedi, şübhesiz ki Rabbim benimle beraberdir. O, beni (selâmet) yol (una) iletecekdir». | |
| 63: Bunun üzerine Muusâya: «Asaanı denize vur» diye vahyetdik. (Vurunca) derhal (deniz) yarıldı, her parça (sı) kocaman dağ gibi oldu. | |
| 64: Ötekileri de buraya yanaşdırdık. | |
| 65: Muusâ ile maiyyetinde bulunan kimseleri topdan kurtardık. | |
| 66: Sonra öbürlerini (suda) boğduk. | |
| 67: Bunda elbette bir ibret vardı. (Fakat) onların çoğu îman etmiş değillerdi. | |
| 68: Şu muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir. (Mü'minleri ise) çok esirgeyicidir. | |
| 69: Onlara İbrâhîme aaid dosdoğru haberi de oku. | |
| 70: Hani o, babasına ve kavmine: «Siz neye tapıyorsunuz?» demişdi. | |
| 71: Dediler: «Putlara tapıyoruz. Onun için bütün gün onlara vakf-ı hizmet etmekde sabit ve dâimiz». | |
| 72: (İbrâhîm): «Siz, dedi, çağırdığınız vakit onlar sizi duyuyorlar mı»? | |
| 73: «Yahud size (taparsanız) bir fâide veya (tapmazsanız) bir zarar yapıyorlar mı»? | |
| 74: Dediler ki: «Hayır, biz babalarımızı böyle bulduk (onlar da) böyle yapıyorlar (dı)». | |
| 75: (75-76) (İbrâhîm): «Şimdi gördünüz mü, dedi, gerek sizin, gerek daha evvelki atalarınızın neye tapmakda olduğunuzu»? | |
| 77: «işte onlar benim muhakkak düşmanımdır. Fakat aalemlerin Rabbi böyle değil». | |
| 78: «(O Rabb) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. | |
| 79: «Bana yediren, bana içiren Odur». | |
| 80: «Hastalandığım zaman bana şifâ veren Odur». | |
| 81: «Beni öldürecek, sonra beni diriltecek olan Odur». | |
| 82: «Ceza gününde kusurlarımı yarlığayacağını umduğum da Odur». | |
| 83: «Rabbim, bana hüküm ihsan et ve beni saalihler (zümresine) kat». | |
| 84: «(Benden) sonrakiler içinde benim için (bir) lisân-ı sıdk ver». | |
| 85: «Beni Naıym cennetinin vârislerinden kıl». | |
| 86: «Babamı da yarlığa. Çünkü o sapıklardandır». | |
| 87: «(Kulların) kabirlerinden kaldırılacakları gün beni rüsvay etme». | |
| 88: «O günde ki ne mal fâide eder, ne de oğullar». | |
| 89: «Meğer ki Allaha (küfr-ü nifakdan) tamamen salim bir kalb ile gelenler ola». | |
| 90: (O günde ki) cennet takva saahiblerine yaklaşdırılmışdır. | |
| 91: Cehennem de azgınlara açılıb gösterilmişdir. | |
| 92: (92-93) Ve anlara: «Allâhı bırakıb da tapdıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı, yahud kendi başlarına yardımları dokunuyor mu?» denilmişdir. | |
| 94: (94-95) Artık onlar da, o azgınlar da, İblîs orduları da topdan yüzleri koyun, (cehennemin) içerisine atılmışlardır. | |
| 96: Orada birbiriyle çekişerek şöyle dediler: | |
| 97: «Allaha andolsun, hakıykat biz apaçık bir sapıklık içinde idik». | |
| 98: «Çünkü sizi aalemlerin Rabbi ile bir seviyyede tutuyorduk». | |
| 99: «Bizi o mücrimlerden başkası sapdırmadı». | |
| 100: Artık bizim için ne şefaatçiler (den bir kimse), | |
| 101: «ne de candan bir dost yok». | |
| 102: «Bizim için hakıykaten bir geri dönüş olsaydı da biz de mü'minlerden olsaydık». | |
| 103: Şübhesiz ki bunda mutlak bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 104: Senin Rabbin, muhakkak ki O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. | |
| 105: Nuuh kavmi gönderilen (peygamber) leri tekzîb etdi. | |
| 106: Hani biraderleri Nuuh onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, | |
| 107: «Şübhesiz ben size gönderilmiş emîn bir peygamberim». | |
| 108: «Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin». | |
| 109: «Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir». | |
| 110: «O halde Allahdan korkun ve bana îtâat edin». | |
| 111: Dediler ki: «Arkana hep bayağı kimseler düşmüşken biz sana îman eder miyiz»? | |
| 112: (Nuuh): «Benim onların neler yapmakda olduklarına bilgim yokdur» dedi. | |
| 113: «Onların hesabı Rabbimden başkasına aaid değildir, eğer ince düşünürseniz... » | |
| 114: «Ve ben o mü'minleri (sizin hatırınız için) tardedici de değilim». | |
| 115: «Ben (gelecek tehlikelerle) apaçık korkutandan başka (bir kimse) de değilim». | |
| 116: Dediler ki: «Ey Nuuh, sen (bu dediğinden) vaz geçmezsen muhakkak ki taşlanmışlardan olacaksın». | |
| 117: (Nuuh): «Rabbim, dedi, hakıykat kavmim beni tekzîb etdi». | |
| 118: «Binâen'aleyh benimle onların arasındaki hükmü Sen ver de beni ve berâberimdeki mü'minleri kurtar». | |
| 119: Bunun üzerine biz onu da, beraberinde olanları da o dolu (yüklü) geminin içinde selâmete erdirdik. | |
| 120: Sonra arkalarından arta kalanları da (suda) boğduk. | |
| 121: Şübhe yok ki bunda mutlak bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 122: Şübhesiz ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. | |
| 123: Aad (kavmi de kendilerine) gönderilen (peygamber) leri tekzîbetdi. | |
| 124: Hani biraderleri Hûd onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, | |
| 125: «Şübhesiz, ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim». | |
| 127: «Sizden buna karşı hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir». | |
| 128: «Siz, her yüksek yerde bir alâmet bina edib eğlenir misiniz»? | |
| 129: «Ebedî kalacağınızı umarak yer altında su mahzenleri edinir misiniz»? | |
| 130: «Tutub yakaladığınız vakit zorbalar gibi yakalar mısınız»? | |
| 132: «Size bilib durduğunuz şeylerle (nimetlerle) yardım eden», | |
| 133: (133-134) «Size davarlar, oğullar», «Bağlar, ırmaklar ihsan eden (Allahdan) korkun». | |
| 135: «Ben cidden üstünüze (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum». | |
| 136: Dediler: «Va'z etsen de, yahud va'z edicilerden olmasan da bize göre birdir». | |
| 137: «Bu, evvelkilerin aadetinden başka (bir şey) değildir». | |
| 138: «Biz azaba uğratılacaklar da değiliz». | |
| 139: Hulâsa: Onu yalan saydılar da biz de kendilerini helak etdik. Şübhesiz bunda bir ibret vardır elbet. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 140: Hakıykat, senin Rabbin, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O. | |
| 141: Semud (kavmi de gönderilen) peygamberleri tekzîb etmişdir. | |
| 142: O zamanda ki biraderleri Saalih onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi. | |
| 143: «Şübhesiz ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim». | |
| 146: «Siz burada (ki nimetlerin içinde) emîn emîn bırakılacak mısınız»? | |
| 147: «Bağların, pınarların içinde», | |
| 148: «Ekinlerin ve tomurcukları nâzik, yumuşak hurma ağaçlarının içinde». | |
| 149: «Dağlardan şımarık şımarık evler yontuyorsunuz». | |
| 151: «Müfritlerin emrine boyun eğmeyin». | |
| 152: «Ki onlar yer (yüzün) de fesâd yapar, ıslah etmez kimselerdir». | |
| 153: «Sen, dediler, ancak (hızlı) büyülenmişlerdensin»! | |
| 154: «Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Bununla beraber eğer (peygamberlik da'vaasında) doğruculardan isen haydi bir âyet (mu'cize) getir». | |
| 155: (Saalih) dedi: «İşte bu dişi deve. Su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin». | |
| 156: «Ona bir kötülükle ilişmeyin. Sonra sizi büyük bir günün azâbı yakalar». | |
| 157: Derken onu kesdiler. Fakat peşîman oldular. | |
| 158: Çünkü kendilerini o azâb yakalayıverdi. Şübhesiz bunda mutlak bir âyet (ibret) vardır. Böyle iken onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 160: Luut (kavmi de gönderilen) peygamberleri tekzîb etdi. | |
| 161: Hani biraderleri Luut onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi. | |
| 165: (165-166) «Siz, Rabbinizin sizin için yaratdığı zevcelerinizi bırakıb da insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır, (siz halâlden harama) tecâvüz eden bir kavmsiniz». | |
| 167: Dediler: «Ey Luut, sen (bu davadan) vaz geçmezsen, andolsun, mutlak (memleketimizden koğulub) çıkarılanlardan olacaksın». | |
| 168: (Luut) dedi: «Ben sizin bu yapdığınıza elbette buğz edenlerdenim». | |
| 169: «Ey Rabbim, beni ve ehlimi onların yapageldikleri (bu kötülüğ) ün (azâb) ından kurtar». | |
| 170: Bunun üzerine biz onu ve ehlini kamilen kurtardık. | |
| 171: Geri kalanların içinde yalınız bir koca karı vardı. | |
| 172: Sonra geridekileri (tam bir suretde) helak etdik. | |
| 173: Üstlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki. (Bak) inzâr edilenlerin yağmuru ne kötüdür! | |
| 174: Şübhesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 176: Eyke yârânı da (gönderilen) peygamberleri tekzîb etmişdir. | |
| 177: O zamanda ki Şuayb onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, | |
| 180: «Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değil». | |
| 181: Ölçeği tam ölçün. Eksiltenlerden olmayın». | |
| 182: «Doğru terazi ile tartın». | |
| 183: «İnsanların hakkından bir şey'i kısmayın. Yer (yüzün) de fesadcılar olarak bozgunculuk etmeyin». | |
| 184: «(Gerek) sizi, (gerek sizden) evvelki ümmetleri yaratan (Allah) dan korkun». | |
| 185: Dediler: «Sen ancak fazla büyülenmişlerdensin»! | |
| 186: «Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Biz senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz». | |
| 187: «Eğer doğruculardan isen gökden üstümüze bir parça düşür». | |
| 188: (Şuayb) dedi: «Ne yapıyorsanız Rabbim daha iyi bilicidir». | |
| 189: Hulâsa: Onu tekzîb etdiler de kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Hakıykat bu, o günün büyük azâbı idi. | |
| 190: Şübhesiz bunda mutlak bir âyet vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. | |
| 191: Hakıykat, senin Rabbin mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O. | |
| 192: O (Kur'an) muhakkak ve muhakkak aalemlerin Rabbi (canibinden) indirilmedir. | |
| 193: (193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir. | |
| 196: Şübhe yok ki o (Kur'an) daha evvelkilerin kitablarında da vardır. | |
| 197: İsrâîl oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir delîl) değil miydi? | |
| 198: Biz onu Arabca bilmeyenlerden birine indirseydik de, | |
| 199: onlara karşı bunu okusaydı yîne buna îman edici kimseler değillerdi onlar. | |
| 200: Biz (küfrü) o günahkârların kalbine Öyle bir sokduk ki, | |
| 201: o pek çetin azâbı görecekleri (âna) kadar onlar (kaabil değil) bu (Kur'ana) inanmazlar. | |
| 202: İşte bu (azab) onlara, kendileri de farkında olmayarak, ansızın gelecekdir. | |
| 203: (Gelecekdir de «Acaba) bize bir mühlet verilir mî?» diyeceklerdir. | |
| 204: Onlar haalâ azabımızı çabuklatdırmak mı istiyorlar? | |
| 205: (205-206-207) Şimdi sen bana haber ver: Biz onları senelerce yaşatıb fâidelendirsek de sonra kendilerine tehdîd olunageldikleri (azâb gelib) çatıverse o yaşayıb fâidelenmiş oldukları (yıllar) kendilerini kurtarabilir mi? | |
| 208: (208-209) Biz hiçbir memleketi, ona (halkına) öğüd vermek üzere inzâr edici (peygamber) ler (göndermiş) olmadıkça helak etmedik. Biz zulmedenler değiliz. | |
| 210: Onu (Kur'ânı) şeytanlar indirmedi. | |
| 211: Bu, onlara hem yakışmaz, hem onlar (buna esasen) güc yetiremezler. | |
| 212: Şübhe yok ki onlar (meleklerin sözünü) işitmekden kat'î surerde azledilmişlerdir. | |
| 213: Sakın Allah ile beraber diğer bir Tanrı daha çağırma. (Sonra) azâblandırılanlardan olursun. | |
| 214: Sen (ilkin) en yakın hısımlarını inzâr et. | |
| 215: Mü'minlerden sana tâbi' olanlara kanadını indir. | |
| 216: Bunun üzerine eğer sana isyan ederlerse de ki: «Ben sizin yapageldiklerinizden hakikaten uzağım». | |
| 217: Sen O mutlak gaalib, O çok esirgeyici (Allaha) güvenib dayan. | |
| 218: (218-219) (Öyle mutlak gaalib, öyle çok esirgeyici) ki O, (namaza) kıyam etdiğin vakit seni ve secde edenler içinde dolaşmanı (dâima) görendir. | |
| 220: Çünkü hakkıyle işiden, hakkıyle bilen bizzat Odur. | |
| 221: (Ey müşrikler) şeytanların kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi ben? | |
| 222: Onlar her günahkâr yalancının tepesine iner (ler). | |
| 223: Onlar dır ki (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. | |
| 224: Şâirler (e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. | |
| 225: (225-226) Onların her vâdîde hakıykaten ifrata (mübalağaya) düşegeldiklerini ve hakıykaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi? | |
| 227: Ancak îman edib de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlar, Allâhı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böyle değildir. O zulmedenler yakında hangi inkılâb ile sarsılacaklarını bileceklerdir. | |