| Süleyman Ateş Meali |
|
| 1: Tâ sin mim. | |
| 2: Şunlar o apaçık Kitabın âyetleridir. | |
| 3: Herhalde sen, inanmıyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin! | |
| 4: Dilesek onların üzerine gökten bir mu'cize indiririz de boyunları ona eğilir (inanırlar). | |
| 5: Rahmân'dan onlara hiçbir yeni Zikir (uyarı) gelmez ki, mutlaka ondan yüz çevirici olmasınlar. | |
| 6: Yalanladılar ama, alay edip durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir. | |
| 7: Yere bakmadılar mı orada her çeşit güzel çifti bitirmişiz? | |
| 8: Şüphesiz bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanıcı değillerdir. | |
| 9: Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur merhamet eden O'dur. | |
| 10: Rabbin Mûsâ'ya seslendi: "O zâlim kavme git!" | |
| 11: "Fir'avn'ın kavmine. Onlar (kötülüklerden) korunmayacaklar mı?" | |
| 12: (Mûsâ): "Rabbim, dedi, ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum." | |
| 13: Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Hârûn'a da elçilik ver." | |
| 14: "Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günâh da var (onlardan bir adam öldürmüştüm); onların beni öldürmelerinden korkuyorum." | |
| 15: (Allâh): "Hayır, dedi, ikiniz de âyetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz, (aranızda geçecekleri) dinliyoruz." | |
| 16: "Fir'avn'e giderek deyin ki: "Biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz." | |
| 17: "İsrâil oğullarını bizimle beraber gönder." | |
| 18: (Gittiler, Allâh'ın emrini duyurdular. Fir'avn) Dedi ki: "Biz seni, içimizden bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı?" | |
| 19: "Ve sonunda o yaptığını da yaptın, sen nankörlerden birisin." | |
| 20: (Mûsâ): "Onu yaptığım zaman sapıklardan idim" dedi. | |
| 21: "Sizden korkunca aranızdan kaçtım, sonra Rabbim bana hükümdarlık verdi ve beni elçilerden yaptı" | |
| 22: "O başıma kaktığın ni'met de İsrâil oğullarını köle yapman(yüzünden)dir. (Onları köle diye kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin, senin eline düşmezdim)" | |
| 23: Fir'avn dedi ki: "(Ey Mûsâ) âlemlerin Rabbi nedir?" | |
| 24: (Mûsâ): "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu anlarsınız)," dedi. | |
| 25: (Fir'avn): Çevresinde bulunanlara: "İşitiyor musunuz?" dedi. | |
| 26: (Mûsâ): "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi. | |
| 27: (Fir'avn): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi. | |
| 28: (Mûsâ): "Eğer düşünürseniz O, doğunun batının ve bunlar arasında bulunanların da Rabbidir" dedi. | |
| 29: (Fir'avn ey Mûsâ): "Andolsun ki benden başka tanrı edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım" dedi. | |
| 30: (Mûsâ, peki): "Sana (doğruluğumu) kanıtlayan apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi. | |
| 31: (Fir'avn): "Eğer doğrulardansan onu getir (bakalım)," dedi. | |
| 32: (Mûsâ), asâsını attı, bir de (baktılar ki) o apaçık bir ejderha! | |
| 33: Elini (koltuğunun altından) çıkardı; o da, bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi. | |
| 34: (Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: "Bu dedi, bilgin bir büyücüdür." | |
| 35: "Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?" | |
| 36: Dediler ki: "Onu ve kardeşini eğle, kentlere toplayıcılar gönder." | |
| 37: "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." | |
| 38: Derken büyücüler belli bir günün belirlenen vaktinde bir araya getirildi. | |
| 39: Halka da: "Siz de toplanır mısınız?" denildi. | |
| 40: "Umarız ki büyücüler üstün gelirse biz de onlara uyarız." | |
| 41: Büyücüler gelince Fir'avn'e: "Eğer üstün gelenler biz olursak, bize mutlaka bir ücret var değil mi?" dediler. | |
| 42: "Evet dedi, hem o takdirde siz (bana) yakınlardan olacaksınız." | |
| 43: Mûsâ onlara: "Atacağınızı atın!" dedi. | |
| 44: İplerini ve değneklerini attılar ve "Fir'avn'ın şerefine biz, elbette biz gâlib geleceğiz" dediler. | |
| 45: Mûsâ da asâsını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmağa başladı. | |
| 46: Derhal büyücüler secdeye kapandılar: | |
| 47: Dediler: "Âlemlerin Rabbine inandık." | |
| 48: "Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbine." | |
| 49: (Fir'avn) dedi: "Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse (size ne yapacağımı) yakında bileceksiniz: Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve hepinizi asacağım!" | |
| 50: "Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz Rabbimize döneceğiz." | |
| 51: "Biz ilk inananlar olduğumuz için Rabbimizin, hatâlarımızı bağışlayacağını umarız." | |
| 52: Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takibedileceksiniz." diye vahyettik. | |
| 53: Fir'avn, (İsrâil oğullarının gittiğini duyunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi. | |
| 54: "Şunlar, (şu İsrâil oğulları), az bir topluluktur" dedi. | |
| 55: "Bizi kızdırmaktadırlar." | |
| 56: "Biz, ihtiyatlı, koca bir cemaatiz." | |
| 57: Böylece biz onları çıkardık: bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den. | |
| 58: Hazineler(in)den ve o güzel yer(lerin)den. | |
| 59: Böylece bunları İsrâil oğullarına mirâs yaptık. | |
| 60: (Fir'avn ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler. | |
| 61: İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce Mûsâ'nın adamları: "İşte yakalandık!" dediler. | |
| 62: (Mûsâ): "Hayır, dedi, Rabbim benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir." | |
| 63: Mûsâ'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. | |
| 64: Ötekileri de buraya yaklaştırdık (Mûsâ ve adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yollara girdiler). | |
| 65: Mûsâ'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık. | |
| 66: Sonra ötekilerini boğduk (Mûsâ ve adamları karaya çıkınca deniz kapandı, Fir'avn ve adamları boğuldu). | |
| 67: Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama çokları inanmazlar. | |
| 68: Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. | |
| 69: Onlara İbrâhim'in haberini de oku: | |
| 70: Babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti. | |
| 71: "Putlara tapıyoruz, onların önünde ibâdete duruyoruz." dediler. | |
| 72: "Peki, dedi, siz du'â ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?" | |
| 73: "Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?" | |
| 74: "Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, (onun için biz de böyle yapıyoruz)." dediler. | |
| 75: "İşte gördünüz mü neye tapıyorsunuz?" dedi. | |
| 76: "Siz ve eski atalarınız?" | |
| 77: "Onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)." | |
| 78: "Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur." | |
| 79: "Bana yediren ve içiren O'dur." | |
| 80: "Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur." | |
| 81: "Beni öldürecek, sonra diriltecek O'dur." | |
| 82: "Cezâ günü hatâmı bağışlayacağını umduğum da O'dur." | |
| 83: "Rabbim, bana hüküm (hükümdarlık, bilgi) ver ve beni Sâlihler arasına kat." | |
| 84: "Sonra gelenler arasında bana, bir doğruluk dili nasib eyle (sonraki nesiller arasında hayır ile anılmamı sağla)!" | |
| 85: "Beni ni'met(i bol olan) cennetinin vârislerinden kıl." | |
| 86: "Babamı da bağışla. Çünkü o, sapıklardandır. | |
| 87: "(Kulların) diriltilecekleri gün, beni utandırma." | |
| 88: "O gün ki, ne mal, ne de oğullar yarar vermez." | |
| 89: "Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalb getiren (yarar görür)." | |
| 90: (O gün) cennet, korunanlara yaklaştırılır. | |
| 91: Cehennem de azgınların karşısına çıkarılır. | |
| 92: Onlara "Hani taptıklarınız nerede?" denilir. | |
| 93: "O Allah'tan başka (taptıklarınız) size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?" | |
| 94: Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar. | |
| 95: İblis'in bütün askerleri de. | |
| 96: Onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki: | |
| 97: "Vallahi biz apaçık bir sapıklık içinde imişiz!" | |
| 98: "Çünkü sizi âlemlerin Rabbine eşit tutuyorduk." | |
| 99: "Ama bizi saptıran o suçlulardır." | |
| 100: "Şimdi artık bizim ne şefâ'atçilerimiz var", | |
| 101: "Ne de sıcak bir dostumuz." | |
| 102: "Âh keşke bir dönüşümüz daha olsa da inananlardan olsak!" | |
| 103: Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar." | |
| 105: Nûh kavmi de gönderilen elçileri yalanladı. | |
| 106: Kardeşleri Nûh onlara: "Korunmaz mısınız?" demişti. | |
| 107: "Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." | |
| 108: "Allah'tan korkun ve bana itâ'at edin." | |
| 109: "Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız âlemlerin Rabbine âittir." | |
| 110: "Öyle ise Allah'tan korkun ve bana itâ'at edin." | |
| 111: Dediler ki: "Sana bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?" | |
| 112: Dedi ki: "Ben onların yaptıklarını(n iç yüzünü) bilmem (ben ancak görünüşe göre hüküm veririm)." | |
| 113: "Anlayışınız olsa, onların hesabının Rabbime âit olduğunu bilirsiniz." | |
| 114: "Ben inananları kovacak değilim." | |
| 115: "Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım." | |
| 116: Dediler: "Ey Nûh, (bu dediğinden) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın." | |
| 117: (Nûh): "Rabbim, dedi, kavmim beni yalanladı." | |
| 118: "Benimle onların arasını aç (aramızda hükmet), beni ve benimle beraber bulunan mü'minleri kurtar!" | |
| 119: Biz de onu ve onunla beraber bulunanları, dolu gemi içinde kurtardık. | |
| 120: Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk. | |
| 121: Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. | |
| 123: 'Âd (kavmi) de, gönderilen elçileri yalanladı. | |
| 124: Kardeşleri Hûd onlara: "Korunmaz mısınız?" demişti. | |
| 127: "Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir." | |
| 128: "Siz her yol üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işâret yapıp da boş şeyle mi uğraşıyorsunuz?" | |
| 129: "Belki ebedi yaşarsınız diye köşkler (ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz?" | |
| 130: "(Bir kavmi) yakaladığınız zaman da zorbalar gibi yakalıyorsunuz." | |
| 132: "Size bildiğiniz ni'metleri bol bol veren (Allâh)dan korkun." | |
| 133: "O size verdi: davarlar, oğullar," | |
| 134: "Bahçeler, çeşmeler." | |
| 135: "Doğrusu ben size büyük bir günün azâbı(nın çarpması)ndan korkuyorum." | |
| 136: Dediler ki: "Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce birdir." | |
| 137: "Bu (davranışımız), sadece evvelkilerin ahlâkı (ve geleneği)dir." | |
| 138: "Biz azâba uğratılacak değiliz." | |
| 139: (Böylece) onu yalanladılar. Biz de onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. | |
| 141: Semûd (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı: | |
| 142: Kardeşleri Sâlih, onlara demişti ki: "Korunmaz mısınız?" | |
| 143: "Ben sizin için güvenilir bir elçiyim." | |
| 146: "Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?" | |
| 147: "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında?" | |
| 148: "Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında?" | |
| 149: "Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz." | |
| 151: "O aşırıların emrine uymayın." | |
| 152: "Yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah etmeyen o kimseler(in sözüyle hareket etmeyin)." | |
| 153: "Dediler: "Sen, iyice büyülenmişlerdensin." | |
| 154: "Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğrulardansan bize bir mu'cize getir." | |
| 155: Dedi: "İşte bu dişi deve (mu'cize)dir. (Bir gün) onun su içme hakkı var, belli bir günün su içme hakkı da sizin." | |
| 156: "Sakın, ona bir kötülük dokundurmayın, sonra büyük bir günün azâbı sizi yakalar." | |
| 157: Nihâyet onu kestiler, ama pişman oldular. | |
| 158: Ve azâb onları yakaladı. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. | |
| 160: Lût (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı. | |
| 161: Kardeşleri Lût, onlara "Korunmaz mısınız?" demişti. | |
| 164: "Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir. | |
| 165: "Âlemlerin içinde erkeklere mi gidiyorsunuz?" | |
| 166: "Ve Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz sınırı aşan bir kavimsiniz." | |
| 167: Dediler: "Ey Lût, andolsun, eğer (bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın." | |
| 168: (Lût) dedi: "Ben sizin bu işinize, (kadınları bırakıp erkeklere gidişinize) kızanlardanım." | |
| 169: "Rabbim, beni ve âilemi bunların yaptıklarından kurtar!" | |
| 170: Biz de onu ve âilesini tamamen kurtardık. | |
| 171: Yalnız geride kalanlar arasında bulunan bir kocakarıyı (kurtarmadık). | |
| 172: Sonra ötekilerini hep yıktık, helâk ettik. | |
| 173: Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! | |
| 176: Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. | |
| 177: Şu'ayb, onlara demişti ki: "Korunmaz mısınız?" | |
| 180: "Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir." | |
| 181: "Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın." | |
| 182: "Doğru terâzi ile tartın." | |
| 183: "İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." | |
| 184: "Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun. | |
| 185: Dediler: "Sen iyice büyülenmişlerdensin." | |
| 186: "Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz." | |
| 187: "Eğer doğrulardansan o halde üzerimize gökten parçalar düşür." | |
| 188: "Rabbim yaptığınızı daha iyi bilir" dedi. | |
| 189: Onu yalanladılar, nihâyet o gölge gününün azâbı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azâbı idi. | |
| 190: Muhakkak ki bunda bir ibret vardır ama yine çokları inanmazlar. | |
| 192: Muhakkak ki o (Kur'ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. | |
| 193: Onu, er-Rûhu'l-Emin (güvenilir ruh, Cebrâil) indirdi: | |
| 194: Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, | |
| 195: Apaçık Arapça bir dille. | |
| 196: O(nun içeriği), evvelkilerin Kitaplarında da vardır. | |
| 197: İsrâiloğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için (Kur'ân'ın Güvenilir Rûh tarafından vahyedildiğine) yeterli bir delil değil mi? | |
| 198: Biz onu yabancılardan birine indirseydik de, | |
| 199: Onu onlara okusaydı, ona inanmazlardı: | |
| 200: Biz onu, suçluların kalblerine öyle soktuk. | |
| 201: Acı azâbı görünceye kadar da ona inanmazlar. | |
| 202: Azâb onlara öyle ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar. | |
| 203: (Birden onu karşılarında bulunca) "Acaba bize süre verilir mi?" derler. | |
| 204: Hâlâ bizim azâbımızı mı acele istiyorlar (doğru söyleyenlerden isen bizi tehdid ettiğin azâbı getir mi diyorlar)? | |
| 205: Baksana, biz onları yıllarca yaşatsak, | |
| 206: Sonra tehdid edildikleri (azâb) kendilerine gelse, | |
| 207: O yaşatıldıkları (zevk-u sefâ sürdükleri) şeyler, kendilerine ne yarar sağlardı? | |
| 208: Biz, hiçbir kenti helâk etmedik ki onun uyarıcıları olmasın (helâk etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik). | |
| 209: (Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmediciler değildik. | |
| 210: O (Kur'â)n'ı şeytânlar (cinler) indirmedi. | |
| 211: Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. | |
| 212: Çünkü onlar, (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır. | |
| 213: Allâh ile beraber başka bir tanrı çağırma, sonra azâb edilenlerden olursun. | |
| 214: En yakın akrabânı uyar. | |
| 215: Ve sana uyan mü'minlere kanadını indir (onlara karşı mütevâzi ve şefkatli davran). | |
| 216: Şâyet sana (uymaz) karşı gelirlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım," de. | |
| 217: Gâlib ve esirgeyen (Allâh)'a tevekkül et. | |
| 218: O, seni görür; Namaza durduğun zaman, | |
| 219: Ve secde edenler arasında eğilip doğrulurken. | |
| 220: Çünkü O, işitendir, bilendir. | |
| 221: Şeytânların kime ineceğini size haber vereyim mi? | |
| 222: Onlar, her günâhkâr yalancıya inerler. | |
| 223: O yalancılar, (şeytânlara) kulak verirler, çokları da yalan söylerler. | |
| 224: Şâ'irlere gelince onlara da azgınlar uyar. | |
| 225: Baksana onlar, her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar? | |
| 226: Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler. | |
| 227: Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allâh'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! | |